Kozanda neler oluyor: Her halinle tanıştın mı?
Senin kozanda neler oluyor?
Nelerle besledin kendini? Hani bugün, geldiğin şu yerde, çantanda neler var? Kimdin, kime, kimlere evrildin?
Hangi ateşlerde kavruldun, nelere isyan ettin?
Hangi inançların peşinden, kör göze takip edip kendini bilinmez diyarlarda buldun?
Hangi eksikliğini kapatmak için öfkenden kendine çadır yaptın?
Senin kozanda neler oluyor?
Tanıştın mı tüm yaralarınla? Seni tanımlayanlar ve tanımlayacaklarla?
İçindeki parıltı ile tanıştın mı?
Savaşmaktan yorulmuş halinle peki?
Seni çevreleyen kabuğunu gördün mü?
Söylenecek sözün kalmadığı, her şeyi bırakıp öylece gitmek gereken yere geldin mi?
İçeride neler oluyor?
İsyan etmeden bakabilir misin?
Dertsiz yaşamaya, kendi hamurunu kara kara olgunlaşmaya, kendi kendinin tadını çıkarmaya hazır mısın?
Zaman bu zaman. Kendi inşa ettiklerinin değil, inşa ederken büyüyenin yaptıklarından bağımsız dansını ortaya koyma zamanı.
Senin!
Hazır mısın?
Yaşamın bize karşı bir savaş açmadığını, sınavlardan zor bela geçtiğimiz lanetli bir okul olmadığını, temizlememiz gereken koca bir sandığımızın olmadığını, cezalandırılmadığımızı, gelecek dediğimiz şeyin aslında şu an yaşadığımız şey olduğunu, aslında sadece “çıplak” olmadığımız için, kabuklarla çevrili olduğumuz için zorlandığımızı anladık mı?
Üzerimizdeki her şeyi çıkarıp suya girme zamanımız gelmedi mi?
Bilinç, yaşam denizinin içinde öylece bir balık gibi süzülme vaktimiz?
Kozanda neler oluyor?
İçine sıkıştığın, belki rahat edip dışarı çıkmaya zahmet etmediğin o kabuğun içinde?
Bir kelebek olmadığın için mi suçluyorsun kendini?
Sadece kelebeğin mi kozası vardır?
Sadece bildiklerinle, öğrendiklerinle mi döner dünya?
Sen kendi türünün eşsiz parçası, belki kanatsız, belki kuyruksuz, belki pulsuz... Ama sen gibi çıkacaksın kozandan. Dışarıdan izleyenlerin hiç beklemediği bir formda, senin de bildiklerinle hiç karşılaştıramayacağın bir renkte...
Olmaya çalıştığın şeyi bırak bu yüzden, hedefler koymayı, kendinin olmuş halini düşlemeyi bırak. Bilmiyorsun, ancak dışarı çıkınca, ışık üzerini sarınca ince tellerinin göreceksin ne olduğunu. Bilmiyorsun. Bilmeye ve şekillendirmeye çalışırken, besleme “yetersizlik”, “değersizlik” hislerini. Sadece bilmediğini bildiğin yerde dur. Öylece...
O şekilsiz, formsuz halde.
O hal, senin çıkışınla şekillenecek. Işığı gören tenin, yeninin enerjisi ile form bulacak, mana bulacak.
Olmaya çalışma, oldurmaya çalışma, hedefler bulma tutunacağın, kendini daha da eksik hissedeceğin. Anlık gelen hislerinin ve çağrıların peşinden git. Gerçek bir iz sürücü gibi. Sana kozadan dışarı çıkışın yolunu gösteren hislerini takip et.
Ulaklar ile gelen haberleri dinle, davet edildiğin yerlere git, canının çektiğini ye, gönlünün özlediği ile görüş. Öylece, anlık...
Yaşam sana çıkış haritasını fısıltılar ile söylüyor. Dinle. Mesaj bekler gibi değil de, onun her yerde olduğunu bilerek.
Hani önünde duran sehpanın bile, bir aracı olduğunu unutmayarak dinle.
Akmaya çalışma, sadece direnci bırak. Zaten akıyorsun...
Hadi gel, o formsuz, rengi ortaya çıkmamış varlığınla dışarı. Kendi kendinin renklerini, kendi kendinin uzuvlarını, sesini, dansını gör.
Çünkü artık yapmaktan bağımsız bir yerde, ne olduğumuzun önemini irdelemeden olduğumuz yerde toplanıyoruz. Formda, düşüncede, histe, davranışta, duyguda, yaşamda “özgür” ve “özgün” olduğumuz yerde...
Hazır mısın?